"kalkmalısın, yürümelisin." Böyle diyordu demesine ya kendisi de inanmıyordu yürüyeceklerine , buradan uzaklaşıp bir sığınak bulacaklarına.Öylesine ansızın kapanmıştı ki yolları. Bir taraftan soğuk damarlarındaki kanı dondururcasına, iliklerine işlercesine sertti, diğer taraftan yönsüz değişlerle yağmur şakır-şakır ellerine, yüzlerine kamçılarcasına değiyordu. Hepsinden öte kirli bir beyazlık gittikçe yoğunlaşan ve saran dumanıyla sanki ikisini de oraya çivilemişti."Ellerim üşüyor" dedi küçük olanı. "Ellerim ve de her yerim.""Biliyorum" dedi büyüğü. "Biliyorum her yerin üşüyor. Ama kalkmalıyız, yürümeliyiz. Yoksa..."" Yoksa " diye devam etmesini istedi küçük olanı."Hiç" dedi büyük olanı. Kalkıp yürümeliyiz. Tutup ellerinden kaldırdı. Bir kaç adım gittiler âmâ gibi. Ellerini tutunacak bir şey arar gibi önlerine, yanlarına uzatarak. Rüzgâr, köksüz fidan gibi salladı ikisini de...Birbirlerine tutunmak istediler, elleri ellerine değdi değmedi ters yönlere yıkıldılar. Zaten kuru yerleri kalmamıştı, bu düşüş de tuz biber ekti mevcut hallerine. Yüzlerinin çamurunu ellerinin çamuru ile silmek istediler. Daha da katmerleşti çamur yüzlerinde. Dudakları titredi belli belirsiz. Gözlerinden tuzlu sular karıştı yağmurun çamurlu suyuna. Küçüğün titreyen sesi karıştı uğulduyan rüzgâra..."Yoksa" ede dedi. "Yoksa!"..."Yok" dedi büyüğü."Yok" Yakında bir sığınak buluruz herhalde. Kimbilir kaç sığınılacak yeri geçip gitmişlerdi şimdiye kadar. Ve de kaçını geçip gideceklerdi görmeden, sığınak arayarak. Kirli beyazlık daha da bulanıklaşmaya, kararmaya başlamıştı. Belli ki gece oluyordu. Düştükleri yerden kalktılar kol kola omuz omuza yürümeye başladılar. Ayakları ayakkabının içinde vıcık vıcıktı. Her adımda hem yoldan hem de ayakkabının içinden sulu çamurlar sıçrıyordu etrafa. Kâh ayakları bir taşa takılıp, kâh bir çukura düşerek sendeliyorlardı. Hava da hem iyice bozmuş , hem de iyice kararmıştı. Gözlerini, yağan yağmurun suları yüzlerindeki çamurla karışarak kapatıyordu. Kapatmasa da pek bir şey gördükleri yoktu zaten. Doğrularına gidiyorlardı. Ne zaman çamurdan çıksalar yoldan saptıklarını anlayıp tekrar çamura dönüyorlardı. Uzaklardan bir şimşek çaktı. Arkasından gök gürültüsü gittikçe artan şiddetiyle duyuldu...Titredi küçük olanı korkudan soğuktan. Bir daha aydınlandı etrafları. Belli belirsiz şekiller peydah oldu sanki küçüğün gözlerinde. Sonra yine karanlık yine soğuk."Daha çok mu ?" ede dedi küçüğü. " Daha çok mu ola köye?""Yok" dedi büyüğü. "Ha geldik ha geliyoruz. Sonra da "bulamadık namussuz öküzü, bulamadık. Kimbilir nereye girmiş duruyordur şimdi" diye devam etti.Küçük "anam da bulduk sanıyor he, hem öküzü hem de bizi bekliyordur kapıda. Bir ses gelse ha onlar geldi diyordur şimdi. Halbusem öküz de yok biz de yokuz."Varız dedi edesi, "varız ulan. Baksana hem yürüyoruz, hem konuşuyoruz. Demek ki varız, yaşıyoruz.""He ya" dedi küçük olanı, "he ya varız." Belli ki yok olmaktan korkuyorlardı. Var olmak, yaşamak tutkusu sardı içlerini. Çıkmadık candan ümit kesilmez diye geçirdiler içlerinden. Evlerindeki tarhana çorbasını hatırladılar, buğulu buğulu kaşıklamayı çekti canları. Sonra sımsıcak yün yatakları geldi gözlerinin önüne. Ak pak çarşafıyla, tertemiz yünüyle. Uzana uzana, gerine gerine yatmaları. Bir de aloş geldi gözlerinin önüne. Miyavlaması, hırlaması, yemek yedikten sonra yalanması, bacaklarına sürtünmesi. Yağmurun yine yönsüz çarpmasıyla sendelediler. Az önce hayalledikleri bütün iyi şeyler kaybolup gitti. Geriye karanlık, soğuk ve korku kaldı. Bütün bütün eziklik kapladı yüreklerini. Korku bütün şiddetiyle gelip oturdu yüreklerine, göz bebeklerine. Titrediler. Üşümekten ziyade korkudandı bu titreyiş."Daha çok mu ?" dedi edesine küçük olanı. "Bittim gayrı ben gidemiyom da." Ümit vermek için de olsa yaklaştık diyemiyordu edesi. Zira o da bitmiş, tükenmişti. Az önce yakında dediği sığınaklar bir türlü bulunmamıştı. Aklına anası geldi üzgün çehresiyle, öküz yok Sülo'yu da al yanına gidip bulun diyen sesiyle. Kendinin "buluruz." deyişi geldi. Rüzgâr son yağmur damlalarını çarptı yüzlerine." Aha yağmur kesti" dedi büyüğü."Sisler de dağılıyor. Gayrı kurtulduk sayılırız. Köyü de görürüz az sonra." Ses gelmedi küçük olandan. Yanına arkasına baktı, kimsecikler yoktu. Titredi, soğukla korkuyla. Yoksa!... Geriye dönüp Sülo diye bağırdı,Süloooooo!...Rüzgâr sesi alıp uzaklaştırdı kendisinden. Karşı tepelere çarptı ıslak ıslak. Koşuyordu az önce geçtiği yerlerden geriye doğru düşe kalka. Önünde bir karaltı gördü...Sülo idi bu."Üşüyorum" dedi sülo...üşüyorum ede". Eğildi üzerine çamurlu yanaklarından öptü. Gözlerinden yanaklarına sıcak damlalar iniyordu. Oysa içinde her şeyin soğuduğunu sanmıştı, buz kestiğini...Tutup kaldırdı. Bir daha "üşüyom " dedi Sülo. Arkasından "kaşık getir ana" dedi. Belli ki tarhana çorbasının başında sandı kendisini. Edesi iyice koltukladı Sülo'yu. Sürünürcesine yürümeye başladılar. Rüzgâr bütün sisleri dağıtmıştı. Uzaklarda titrek ışıklar yanıp sönüyordu. "Daha çok uzak" dedi büyüğü."Yıldızlar kadar uzak." Oraya varmak için yürümek lâzımdı. Yürümek için güç kuvvet lâzımdı. Oysa Sülo tükenmiş, kendisi de bitmek üzereydi.Yolda su birikintileri donuk donuk parlıyordu. Çamurun yüzü sertleşmeye başlamıştı. Hava iyice ayaza çekmişti. Rüzgâr daha da acımasızdı ve yüzlerine törpü gibi değiyordu. Tepeden aşağı inmeye başladılar. Yolun iki tarafı yüksek yar halindeydi. Artık nerede olduklarını seçebiliyorlardı. "Az ileride bir kovuk olacak "orada biraz dururuz.” dedi büyük olanı..Kovuğun köşelerine büzüldüler. Titriyorlardı. Etlerine yapışıyordu incecik giysileri. Toprak kuruydu ama soğuktu. Ayaklarını durmadan kaldırıp indiriyorlardı. Her ne ettilerse olmadı. Kalkıp birbirlerine sarıldılar sıkıca. Yine duramadılar. "En iyisi kalkıp yürüyelim, soğukta bir uyuşursak bir daha kalkamayız, donarız sonra" derken edesi ..."Üşüyom " dedi Sülo. "Aha şu rüzgar delip geçiyor sanki beni.""Açsın da ondan" dedi edesi. Yine sıcak tarhana çorbasını, ağaç kaşıklarını, ocağın yanındaki yerlerini, tezeğin kokusunu arzuladılar. Çamurun yüzü donmuştu, dış sertlik bastıklarında kırılınca yüzlerine, ellerine sıçrıyordu çamur. Sanki volkan patlayıp da lav fışkırması gibi diye geçirdi içinden Sülo. Ne var ki o lav yakıyordu, bunlarınki donduruyordu. Hangisi iyi ki diye geçirdi bir an içinden. Bu soğuk, lav sıcagına bile gıpta ettiriyordu Sülo'yu. Yürüyorlardı başları önlerinde. Gören olsa düşündüklerini sanırdı. Düşünseler bile rüzgâr hemen mevcut durumlarını yüzlerine çarpıyordu. Islak olan saçları kalın çizgiler halinde donmaya başladı. Gözlerini her açıp kapamada kirpikler birbirine yapışıyor, ayrılmak istemiyordu. Islak ve çamurlu giysileri sertleşmişti üzerlerinde. Donacaklarından korktu büyüğü, "koşalım Sülo, belki ısınırız" Sesi titrek geldi Sülo'nun. Soğuktan çenesi "ko-şaa-lım" kelimesini parça parça söyledi, sanki kekemeymiş gibi.Koşuyorlardı. Oysa koşmak bir tarafa, ayakta durmaya bile mecalleri yoktu. Ne var ki ölmek korkusu koşturuyordu. Kalbini tutarak durdu Sülo."Aha bittim" dedi. "Ahan da bittim." Çöktü yere. Başı dönüyordu. Gözleri çakmak çakmaktı. Sanki dünya değişivermişti birden. Ya da gece daha da kararmış, yıldızlar parlayıp parlayıp sönüyordu. Sonra şekiller peydah oluyordu karanlık gecenin zifirisinde beya beyaz. Üzerine üzerine geliyorlardı. Gözlerini yumdu, yine geliyorlardı. Sanki göz kapaklarının içinde idiler. Başı daha hızlı döndü. Midesi üç beş kere ağzına kadar gelip gitti, dizlerinin üzerine çöküp yığılıverdi. "Sülo" dedi edesi "Sülooo!" Ses yoktu. Korktu...Eğildi Sülo'nun üstüne, kucaklayıp köye doğru yürüdü.Köyün ilk evi gözüktü tüm hatlarıyla. Bir ışık yanıp söndü perdenin arkasından. Sonra bir ses uykulu uykulu "dur ne olur" dedi. Tüm dışarda olandan habersizdi. Bir daha dur dedi. Arkasından" off istemiyorum" diye devam etti. Bu bir kadındı.Evlerini gördü donuk ay ışığında. Bacasından kirli bir duman tütüyordu. Bir köpek ona doğru koşarak havladı. Tanıyınca da özür diler gibi kuyruğunu salladı. İşte evlerinin kapısına gelmişti. "Ana" dedi sesi titreyerek. Kapı bekleyen birisinin şaşkınlığı ve aceleciliği ile açıldı. Karşıda ocak yanıyordu. Donup kalmıştı anası olduğu yerde. Sülo kucağında ocağın yanına doğru yürürken "öküz geldi mi?" dedi. Bu söyleyişte anasına olan sitemi açıkça belli oluyordu. Sanki öküze Sülo'yu değiştin diyordu. Geldi manasına başını salladı anası...ağlıyordu.Bilâl Bütün 1977 / ElbistanNOT: 1977 yılında yazdığım bir hikaye denemesi..Elime geçti sizlerle paylaşmak istedim. Zaten konusundan da belli değil mi? Günümüzde ne böyle olay kaldı
Bilal BÜTÜN | 22/01/2021
2 Yorum | 152 okunma | 0 beğeni
Yasemin Demir 07/02/2021 21:00