Bir anıyı hatırlatır
geceden yansıyan ezgi
Derin sessizlik çöker düşüncelere
Dili çözülmez düş seslerinin
Ruhumdakiler savrulur makamı hüzzam olan
geceye
Ne bir nota kalır eskitilmiş şarkılardan
Ne de gümüş renkli
bulutları çıldırtan
Lâl olur sanki gökyüzü.
Birazdan bahse gireceğim
Parmaklarımdan sızan damlalar üzerine
Ezbere bileceğim gideceği yeri
Bütün sırlarını yazmak için
Tutuşmuş kalemimin mürekkebini dilime sürüp
Kimse duymadan
Ana avrat söveceğim sırrı dökülmüş aynalara
Sonra utanıp
Göğsünün tam ortasına kilitleneceğim gökyüzünün
Diri diri yanacak şafaklar
Ben yazarken
Teğet geçecek yanımdan güneş.
Korkmuyorum sokaklarındaki sessizlikten
İnadına bakıyorum saklambaç oynayıp
Gökkuşağını kovalamalarını seyrediyorum
Aklımın odalarına yasaklıyorum masum çığlıkları
Yoksullaşıyorum birden
Acemi ve pusulasız ezberlerimle
Sollamak geçiyor yaşamı içimden
Peşimde, sığınak arayan acımasız çöl ateşleri
Dudağıma yapışan kum taneleriyle
Canım üşüyor aniden…
Ne kadar yabancıyım
Kirlenmiş ağlayışlara
Hıçkırıkların hecelenmesine Şehvetli bir gecenin solumasına Ana rahmine düşen
Kutsanmamış matemlere
Aklımın almadığı ne varsa
Hepsi avaz avaz
Anlaşılmayan gecenin koltuk altında Enine boyuna satırların arasında
Vefaya vurgun gözleriyle
Hepsi kuytu bir şiirin sıcak kucağında.
İşte gözlerimi kaçırdığım
Masum bir hayatın pusulasız kaçışları
Çalınmış hayallerin
Gecenin kasıklarına teslim oluşu
Dudakların arasından sızan
Utangaç bir ıslığın kayda geçişi
Sonrası…
Sonrası deli bir sevdanın Gayrı meşru gebe kalması
Ve dayanılmaz sancılarla
Bataklığın içinden
Ayı paramparça doğurması…
Tıpkı vurulmuş okyanusların
Saklanarak ağlaması gibi..
Zeynep Nilgün Gökçeöz